1980 yılında Almanya'da dünyaya gelen Hatice Öztürk, henüz altı yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul'a taşındı. 2003 yılında ise yaşamını Bursa'da sürdürmeye başladı. Küçük yaşlardan itibaren çini sanatına duyduğu ilgi, onun hayatında derin izler bıraktı ve zamanla yaşamının merkezine yerleşti.
Osmanlı'dan günümüze miras kalan bu köklü sanat, onun için yalnızca estetik bir uğraş değil; aynı zamanda geçmişle bağ kurmasını sağlayan güçlü bir kültürel değer, aidiyet hissini besleyen bir miras oldu.
O yıllarda ailesiyle birlikte İstanbul Kapalıçarşı'yı gezerken, vitrinlerde sergilenen rengarenk çiniler, onda derin bir hayranlık uyandırdı. Ancak hayatın akışı, başka işlerle meşgul olmasını gerektirdi. Pandemi sonrası boş kalan zaman, Hatice Öztürk için bir dönüm noktası oldu. İçinde saklı kalan çini sevdasını açığa çıkardı. Bir hobi olarak başladığı kurslar, kısa sürede bir tutkuya dönüştü.
Hatice Öztürk, sanat yolculuğunu İLKHA muhabirine anlattı.
Çini sanatına küçük yaşlardan itibaren merakı olduğunu söyleyen Öztürk " Osmanlı'dan gelen bir sanat olduğu için ilgimi çekiyordu. Geçmişi eskilere dayanıyor. İstanbul Kapalı Çarşı'da daha yoğun çini dükkanları vardı, görüyorduk. O dönemden beri ilgimizi çekiyordu. Farklı işlerimizden dolayı yıllar içinde yapmayı düşünmedim" dedi.
"Pandemiyle birlikte içimdeki çini sevgisi canlandı"
Pandemi'den sonra çini sanatına ilgi duymaya başladığını belirten Öztürk " Hobi olarak çini kurslarına gittim. Bir şeyleri öğrendiğim zaman her şeyiyle öğrenmek isteyen bir insanım. Sadece kursuna gitmekle yetinmedim; makaleler okudum, sanatla ilgili videolar izledim. Bu sanatı yapan üstatlarla görüştüm. Beş yıl boyunca sürekli eğitim aldım. Hobi, artı iş boyutuna geldi. Öğrendikçe öğretmeye başladım. Yaptıkça sergilemek ve insanlara tanıtmak istedim" diye belirtti.
"Çini, geçmişle günümüzü birbirine bağlayan bir sanattır"
Çini sanatı, kendisi için geçmişten gelen bir bağ olduğunu vurgulayan Öztürk "Çini; geçmişle günümüzü birbirine bağlayan bir sanattır. Unutulmaya yüz tuttuktan sonra tekrar gün yüzüne çıkması, çok cazip geldi. Ben de öğrenmek istedim. Büyüleyici bir sanattır. Ham halinde alıyoruz; istediğimiz renkleri, klasiğe bağlı kalarak yapıyoruz. Fırından canlı renkleriyle çıkması, beni çok etkiledi" şeklinde konuştu.
"Bir usta, mutlaka çırak yetiştirmeli"
Çini sanatı icra edenlerin, bilgilerini esirgememesi gerektiğini ifade eden Öztürk " Ustalar bildiği her şeyi aktarması gerekiyor. Ham maddesi, kalıp dökmesi, malzemeler ve boyasından her aşamayı öğretmesi lazımdır. Her usta, mutlaka çırak yetiştirmelidir. Yoksa sanat unutulmaya yüz tutar. Belirli sayıda usta, severek çırak yetiştiriyor. Bir usta öldüğü zaman, onunla beraber sanatı gitmemesi gerekiyor. Atölyeye gelen gençlere, bildiğim kadarıyla sanatı ifade edip öğretmeye çalışıyorum. Herkese de bir sanatla uğraşmasını tavsiye ediyorum. Sanat, iyileştirir ve insanları mutlu eder" diye konuştu. (İLKHA)