İrfan BAŞARANOĞLU

Tarih: 04.06.2025 14:42

BEYAZ GECE

Facebook Twitter Linked-in

Diplomasını alarak ailesinin yanına döndüğünde daha önceden tanıma fırsatı bulamadığı akrabaları ile memlekette tanışmış bunlardan biriside annesinin akrabası olan Hasan amca ve ailesi olmuştu. Birbirlerine sık sık gidip gelen aileler samimi bir ortamda görüşmelerini sürdürmekte iken Orhan, Hasan amcanın küçük kızı Ayşegül'e karşı sevgiden de öte duygular beslemeye başladı.
Ayşegül’e karşı duyduğu hisler kısa sürede sevgiyi aşan derin duygulara dönüşmüştü. Ayşegül’ün annesi Mehtap Hanım zaman zaman Orhan’a takılır, “Ayşegül’ü sana vereceğim,” derdi. Orhan bu sözlerden cesaret bulsa da bir insanı eşya gibi “vermek” fikri onu rahatsız ederdi. Ona göre evlilik, sevgi ve saygı temelinde olmalıydı; gelenekler bu durumu kadınlar için daha da incitici kılıyordu. Bir kadın bir eşya gibi alınıp satılmamalıdır ama bu durum gelenek ve göreneklerden kaynaklı bugüne kadar böyle alışılmış olarak gelmiş ve böylede devam etmekteydi. Bu erkekten ziyade kadın için aşağılayıcı bir durumdu. Orhan bu durumu kabul etmemekte ve onun düşüncelerine göre genç kızların bu şekilde evlendirilmelerini de uygun görmemekteydi.
Sanat okulunda eğitim alan Orhan’ın eli iş tuttuğundan, Hasan Amca zaman zaman ondan yardım isterdi. Her gidiş-gelişte Ayşegül’e daha çok bağlanıyor, ama bu duyguları bir türlü dile getiremiyordu. Sevgi, sadece bakışlarda ve sessiz yakınlıklarda yaşıyordu.
Gün gelip Orhan vatani görevini yapmak üzere askere gittiğinde her derdini paylaştığı ve Ayşegül'ü de tanıyan bir akrabası olan Halil'e mektup yazarak Ayşegül hakkında olan düşüncelerini ifade etmiş ve onun eşi vasıtası ile Ayşegül'ün de düşünceleri öğrenmek istemiştir. Ancak bu mektubuna olumlu veya olumsuz daha doğrusu hiçbir cevap alamamıştı. Belki de böyle bir şeye karışmak istemedikleri için bu konuyu gündeme getirmemişlerdi. Orhan mektubuna verilecek cevabı uzun süre beklemiş sonrada bu mektup konusunu aklından çıkarmıştı. 
Askerlik dönüşü birkaç gün sonra Ayşegül ziyarete geldi. Elma tatlısı yapmıştı ve özellikle “Ben yaptım,” demişti. Bu küçük cümle, Orhan’ın kalbine dokundu. Bir gün Mehtap Hanım, Orhan’ın annesi Saime Hanım’a misafirliğe geldiğinde Orhan’dan gidip Ayşegül’ü alıp getirmesini istemişti. Orhan gelirken yolda duygularını açmaya karar vermişti. Ama her adımda kafasında başka bir şüpheler belirdi: Cevapsız mektup, Ayşegül’ün ablası Zeliha’nın soğuk tavırları, ailesinin tepkisi… Eve geldiklerinde her şey yine olduğu gibi kalmıştı: Söylenmemiş, içine gömülmüş bir sevda.
Orhan geceler, gündüzler boyu ne yapacağını düşünüyor, Ayşegül'le konuştuğunu, onunda Orhan'ın duygularına karşılık verdiğini hayal ediyor seviniyordu. Ama hayal dünyasından ayrılıp gerçeklerle yüzleştiğinde, duygularını açıklayamadığını görünce kendisine kızıyordu. Günler böylece geçip giderken Orhan özel sektörde iş bulmuş işe gidip geliyordu. Her gün yine bir fırsatını bulup muhakkak Ayşegül'le konuşması gerektiğine kendini ikna etmeye çalışıyordu. 
Bir hafta sonu ablası Fulya ile Ayşegül'ün evine gittiler. Ayşegül ve ablası bahçede havuzun başında oturuyorlardı. Orhan ve ablasını gören Ayşegül hiçbir şey söylemeden hızla kalkıp adeta kaçarcasına evlerine girmişti. Orhan ve ablası bu duruma çok şaşırmış ne söyleyeceklerini bilememişlerdi. Zaten Ayşegül'ün ablası da her zaman olduğu gibi pek sıcak davranmamıştı. Bu şaşkınlıkla oradan ayrılıp eve geldiklerinden birkaç gün sonra Ablası Orhan'a Ayşegül'ün nişanlandığı haberini vermişti. Hem de komşuları gurbetçi bir ailenin oğlu ile. Bunda babasının kızının bir gurbetçi ile evlenmesinin maddi yönden rahat edeceği düşüncesi ve ablasının telkinleri etkili olmuştu. Ayşegül istemeyerek de olsa bunu kabul etmişti hem Orhan’dan da bu konuda atılmış herhangi bir adım görmemişti.
Orhan ablasının bu haberine hiçbir tepki verememişti. Sadece kendine kızıyor, “Neden söyleyemedim?” diye hayıflanıyordu. Belki Ayşegül de ona kırılmıştı. Belki o da sevmişti ama geleneğin ve terbiyenin bir kızı sessiz kalmaya zorlaması nedeni ile susmuştu.
Orhan sanki hayata küsmüştü, şimdi daha çok onu düşünür olmuştu ama artık çok geçti. Onun evine gitmiyor, onlarla ilgili mevzuların konuşulmasının dışında kalıyordu. Aradan 5-6 ay kadar bir zaman geçti ve Ayşegül beyaz gelinlik içerisinde lapa lapa kar yağarken beyaz gelinlik içerisinde beyaz bir gonca gül misali evlenip gurbetçi eşi ile birlikte Hollanda'ya gitti. Ayşegül’ün gelin olup gurbete gittiği ve artık onunda bir gurbetçi olduğu bu karanlık gecede lapa lapa yağan karın altında sokaklarda dolaşan Orhan, beyaz gecenin aydınlık sabaha nasıl ulaşacağını ve Ayşegül’ün artık başkasına bakan o güzel gözlerini bir daha  ne zaman göreceğini düşünüyordu.
Aradan yıllar geçti Orhan istemese de ailesinin zoru ile evlenmiş, yaşlanmış, torun sahibi olmuş ama Ayşegül'ü halen unutamamıştı. Altmış yaşını çoktan devirmiş yetmişli yaşa yaklaşırken çok acı bir haber almıştı. Ayşegül uzun bir rahatsızlık sonucu hayatını kaybetmiş yine yıllar öncesinde olduğu gibi karlı bir gecede giydiği beyaz gelinlik gibi bu kez de beyaz kefeni giymiş ve kara toprağın altına girmişti.
Orhan'a göre Ayşegül o beyaz kefenine takılan bir çift kanat ile beyaz bir melek olarak gökyüzünde beyaz bir bulutun üzerinde oturuyor, bembeyaz kıyafeti ve güzelliği ile geceyi aydınlatıyordu. Acaba Orhan'da beyaz bir gecede o beyaz bulutların üstüne çıkacak ve Ayşegül'ü görecek miydi? Belki de şimdiye kadar söyleyemediklerini acaba ona orada mı söyleyecekti?


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —