Bugün, 9 Ağustos 2025 Cumartesi

İrfan BAŞARANOĞLU


TOROSLARDA BİRKAÇ GÜZEL YIL

TOROSLARDA BİRKAÇ GÜZEL YIL


 
Murat, Temmuz ayının kavurucu bir sabahında, Malatya’nın yüksek tepelerinden esen serin yeli arkasında bırakıp yola koyulmuştu. Otobüs terminalinde vedalaştığı annesinin gözleri hâlâ aklındaydı. Güneş daha tam yükselmeden binmişti otobüse, ama öğleye varmadan asfaltın üzerine çullanmış o yakıcı sıcaklık otobüsün içinde bile tüm bedenine işlemişti. Otobüs Tarsus’a vardığında tişörtü sırtına yapışmış, alnındaki ter damlaları gözlerine kadar inmişti. İçini çekti derin derin; Malatya’nın serin sabahlarını düşündü, evlerinin arka bahçesindeki asmanın gölgesini, buz gibi akan suyuyla yıkanan yüzünü...
Özellikle Adana’da verilen yarım saatlik molada sıcağın ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetmişti. Otobüsten indiğinde, üzerine çöken sıcaklık sanki bir örtü gibi bedenini sarmıştı. Hava, adeta sıcak su buharı gibi; nemle yüklü, ağır ve yapışkandı. İnsan nefes aldıkça ciğerine sıcaklık doluyordu. Birkaç dakika içinde güneşin altında kalınca, alnından aşağı ter damlamaya başlamış, Muavinden rica etmiş bavulundan tişörtünü alarak gömleği ile değiştirmişti. Birkaç dakika sonra tişörtü de sırtına yapışmıştı. Klimalı otobüs adeta bir kurtuluş olmuştu onun için. Aceleyle koltuğuna dönmüş, pencereye başını yaslayıp gözlerini kapatmıştı.
Yolculuk uzun ve yorucuydu ama Murat’ın zihni başka yerlere kaymıştı. Bir hafta önce yine aynı yollardan geçmiş, aynı sıcakla boğuşmuştu. O zaman da kendine söz vermişti: “Bir daha mecbur kalmadıkça Temmuz ayında buralara inmem.” Ama işte yine buradaydı. Mecburiyet bazen insanın sözlerini yutkunmasına neden oluyordu.
Yine de tek tesellisi, gideceği ilçenin serin bir bölgede oluşuydu. Toros Dağları’nın eteklerine kurulu küçük ama güzel bir ilçeydi. Orada rüzgâr serin eser, geceleri ince bir battaniye olmadan uyumak zor olurdu. Murat, bu düşünceye tutunarak biraz olsun içini ferahlattı. Otobüs ilerlerken pencereden dışarı baktı. Kuru otlar, kavrulmuş ağaçlar ve ufukta titreyen asfalt… Her şey sıcaktı, her şey yorgundu. Ama onun içinde bir umut filizlenmişti; yeni bir başlangıcın, belki de kendini yeniden bulmanın yolculuğuydu bu.
Tarsus’a indiğinde, vakit öğleden sonrayı geçmişti. Güneş hâlâ tepede olmasına rağmen, gölgeler uzamaya başlamıştı. Elindeki valiziyle hızlı adımlarla terminalin yanındaki Çamlıyayla minibüslerinin kalktığı durağa yöneldi. Yolculuk devam ediyordu. Minibüs yazıhanesine vardığında önce biletini aldı, sonra içerideki koltuklardan birine oturup beklemeye başladı. Yazıhanede klima aralıksız çalışıyor, serin hava içeriyi ferahlatıyordu. Dışarıda asfalt kavrulurken içerideki bu serinlik, Murat’ın göz kapaklarını ağırlaştırmaya başlamıştı. Yol yorgunluğu, sıcak ve serinliğin verdiği rehavet birleşince başını koltuğun arkalığına yaslayıp dalıp gitmişti. Birkaç dakika gözlerini kapattı ama uyumadı, sadece düşüncelere daldı.
Minibüs hareket ettiğinde dışarıdaki sıcaklık hâlâ etkisini gösteriyordu, ancak içeride klima çalışıyor, yolcular sessizce önlerine bakıyordu. Murat, cam kenarına oturmuş, arada perdeyi aralayıp dışarıyı seyrediyordu. Bu bölgenin yazları bambaşkaydı; toprak, güneşin altında kuruyup çatlamış, ağaçların yaprakları tozla kaplanmış, yollar sanki sıcaktan büzüşmüş gibiydi. Ama yine de, doğuda görmeye alıştığı kuraklıktan farklı bir havası vardı bu coğrafyanın. Düşündü: “İnsanlar zamanla bu sıcaklığa alışıyor demek ki... Buralarda klimasız yaşamak mümkün değil,” diye geçirdi içinden. Her yerde klima çalışıyor, her evin camında pervane dönüyordu.
Tarsus’tan çıktıktan bir müddet sonra minibüs, Çamlıyayla yoluna saptı. Yol artık kıvrıla kıvrıla dağlara tırmanıyordu. Her virajda biraz daha yükseliyor, her kilometrede sıcaklık biraz daha azalıyor gibiydi. Asfaltın kenarındaki üzüm bağları ve meyve bahçeleri sıra sıra yer almaktaydı. Yükseklere çıktıkça çam ağaçları sıklaşmaya başlamış, rüzgâr arada yaprakların arasından eserek serinlik taşıyordu. Murat pencereyi araladı, dışarıdan gelen çam kokulu hava yüzüne çarptığında içini derin bir huzur kapladı.
Yol boyunca ağaçlar çoğaldı, gökyüzü daha mavileşti, güneşin yakıcılığı yerini yumuşak bir sıcaklığa bıraktı. İlçeye yaklaşık 5-10 kilometre kala artık neredeyse bambaşka bir iklime girmişti minibüs. Şoför de buralara geldiğinde her seferinde yaptığı gibi klimayı kapatıp camları açtı. İçeriye dolan temiz orman havası, Murat’ın yanaklarını serinletmiş, alnındaki teri kurutmuştu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Burnuna reçineli çam kokusu, toprağın nemli serinliği ve yüksek rakımın o temiz havası karışarak doldu. İçinden, "İşte bu," dedi. “İşte geldik.”
Ormanlar arasından kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolda geçen uzun bir yolculuğun ardından Murat, daha önce geldiği bu şirin dağ ilçesine yeniden varmıştı. Aslında burası ona yabancı değildi; bir hafta önce yine bu yollardan geçmiş, göreve başlayacağı kurumda kısa bir ziyarette bulunmuş, amiriyle ve bazı mesai arkadaşlarıyla tanışmıştı. İlk izlenimi olumluydu; insanlar sıcak, ortam ise huzur vericiydi. Bu kısa ziyaret sırasında, ilçede yaşayan bir memur arkadaşının yardımıyla eşyalı küçük ama düzenli bir ev de kiralamıştı kendine. Ev, iki göz oda, mutfağı küçük ama kullanışlıydı. Evin balkonundan çam ağaçlarının arasından geçen serin rüzgârı hissetmek mümkündü. Eksik eşyaları da ilçe merkezindeki birkaç esnaftan temin etmiş, ihtiyaç duyduğu her şeyi bir şekilde tamamlamıştı.
İlçe, doğanın tam kalbinde yer alıyordu. Çam, ardıç ve meşe ağaçlarıyla kaplı ormanlar ilçeyi adeta bir yorgan gibi sarıyor; bu yeşil örtü, yazın kavurucu sıcağından kaçanlar için serin ve güvenli bir sığınak oluyordu. İlçenin yapısı dağınıktı; farklı yüksekliklerde ve orman içinde yer alan çok sayıda mahalleden oluşuyordu. Her mahallenin kendi doğası, manzarası ve havası vardı. Kimi daha yukarıdaydı, kimi dere kenarına kurulmuştu. Ama hepsini ortak kılan şey, sessizlik, huzur ve yeşilin binbir tonuyla çevrili olmalarıydı.
İlçe merkezi ise küçük ama oldukça düzenliydi. Çarşısı dar sokaklardan oluşuyordu; birkaç market, manav, lokanta, fırın ve birkaç kıraathane… Herkes birbirini tanıyor gibiydi. Merkezden geçen akarsu, ilçeye bambaşka bir güzellik katıyordu. Yaz aylarında sular daha gür akar, derenin kenarına oturan insanlar ayaklarını suya sokar, çocuklar su kenarında oynardı. Bu akarsu, sadece doğayı değil, insanların ruhunu da serinletiyordu adeta.
Yazları ilçe bambaşka bir kimliğe bürünüyordu. Adana’dan, Mersin’den, Tarsus’tan ve çevre ilçelerden yaz sıcağından kaçan yüzlerce insan, buraya akın ediyordu. Birçoğunun burada yazlık evi vardı; olmayanlar ise pansiyonlara ya da kiralık evlere yöneliyordu. Bu yüzden yazın sokaklar hareketli, çarşı kalabalık, pazarlar canlı olurdu. Ama kış geldiğinde, ilçe sessizliğe bürünür, nüfus azalırdı. Kar yağınca dağ yolları kapanır, ormanlar beyaza bürünür, soba dumanları evlerin bacasından yükselirdi. Kalabalığın yerini huzurlu bir yalnızlık alırdı.
Murat da kiraladığı evi böyle bir ev sahibinden bulmuştu. İlçede kışları kalan az sayıdaki yerli halktan biri. Ev, hem ekonomik hem kullanışlıydı; çam ağaçlarıyla çevrili bir sokakta yer alıyordu. Murat, bu evin penceresinden dışarıya baktığında hem huzuru hissediyor hem de içinden bir şeylerin yerine oturduğunu düşünüyordu. Yeni bir hayat, yeni bir başlangıç... Belki de uzun zamandır ihtiyacı olan şey tam olarak buydu. 
Eve geçmeden önce karnını doyurmak için ilçenin merkezinde yer alan küçük bir lokantaya uğradı Murat. Havanın ferahlığı, ağaçlardan gelen serin esinti ve doğanın içindeki huzur, açlığını iyice ortaya çıkarmıştı. Gün boyu yolda geçirdiği saatler, Tarsus’ta klimalı bir yazıhanede sıcağa karşı verdiği mücadele, iştahını bastırmıştı. Ama şimdi, bu yayla havası insanın midesinde boşluklar yaratıyordu. Lokantanın dış kısmında bir masaya oturdu. Garsona sade bir tabldot söyledi: sıcak bir çorba, ev yapımı kuru fasulye ve pilav, yanında bir dilim turşu... Masaya gelen yemekler buğusu üstünde, kokusuyla iştahını daha da kabarttı. Lokantanın etrafındaki sakinlik, gelen geçene selam veren esnafın sesi, çay bardağındaki şıngırtı... Hepsi Murat’a iyi geldi.
Karnını güzelce doyurduktan sonra valizini eline alıp evin yolunu tuttu. Kiraladığı ev, çam ağaçlarının gölgesinde, sessiz bir sokaktaydı. Ev sahibi, Murat gelmeden önce temizlik yaptırmış, evi özenle hazırlatmıştı. Kapıdan içeri girdiğinde ilk dikkatini çeken şey, tertemiz sabun kokusu ve her şeyin yerli yerinde oluşuydu. Perdeler yıkanmış, halılar süpürülmüş, dolaplar boşaltılmıştı. Kendisini kendi evinde gibi hissetti.
Bavulunu yatağın üzerine bırakıp yavaşça açtı. Giysilerini tek tek çıkarıp dolaba yerleştirdi. Ardından mutfağa geçti, camı açıp içeriye orman kokusunu doldurdu. Ufak bir kanepeye uzanıp biraz dinlenmek istedi ama göz kapakları ağırlaşınca neredeyse uyuyacak hale geldi. Dışarı çıkmayı düşündü, ilçeyi biraz gezmeyi... Ama saat hayli ilerlemişti. Hava kararmak üzereydi. “Yarın çıkarım,” diye mırıldandı kendi kendine.
Bir duş aldı, günün tozunu yorgunluğunu üzerinden attı. Pijamalarını giyip televizyonun karşısına geçti. Bir yandan zap yapıyor, bir yandan yatağına kıvrılıyordu. Gözleri ağırlaştı, vücudu günün yorgunluğuyla baş başa kalınca kısa süre içinde uyuyakaldı. Uyandığında, sabah olmuştu. Televizyon hâlâ açıktı; sabah haberleri sessizce akıyordu ekrandan. Bir süre daha yatağında doğrulmadan haberleri izledi, ardından yavaşça kalktı. Perdeleri araladı, odanın içi loş ışıktan aydınlığa kavuştu.
Elini yüzünü yıkadıktan sonra üzerini giyindi. Üzerine mavi bir kot pantolon, sade bir tişört geçirdi. Temiz hava, zihin açıklığı... Gün güzel başlıyordu. Sokağa çıktığında ortalık sakindi. Yalnızca birkaç esnaf dükkânlarını yeni yeni açıyordu. Fırına uğradı, taze, dumanı tüten iki ekmek aldı. Hemen karşısındaki marketten zeytin, peynir, yumurta, biraz yeşillik, birkaç meyve ve çay alarak evin yolunu tuttu.
Mutfağa girdi, çaydanlığı ocağa koydu. Çay demlenene kadar kahvaltılıkları tek tek masaya yerleştirdi. Camdan dışarı baktı; sokak hâlâ sessizdi, yalnızca kuşların sesi duyuluyordu. Bu sessizlik ona huzur verdi ama bir yandan da yalnızlığını hissettirdi. O sessizliği dağıtmak istercesine televizyonu açtı, bir müzik kanalına getirdi. Hafif bir türkü çalıyordu. Bu tınılar eşliğinde kahvaltısını yaptı. Kahvaltının sonunda bir fincan da “keyif çayı” doldurdu kendine.
Çayını yudumlarken saate baktı, dokuzu geçmişti. Aklına annesi geldi. Şimdi uyanmıştır, mutfağa geçmiş belki yerleri süpürüyor, belki kahvaltı hazırlıyordur. Telefonunu eline aldı, numarasını tuşladı. “Anneciğim,” dedi, “Sağ salim geldim, şimdi evdeyim. Kahvaltımı da yaptım. Birazdan iş yerine uğrayacağım. Nasılsın?” Annesinin sesindeki sıcaklık, Murat’ın içini ısıttı. Uzakta da olsalar sesleri birbirine yetiyordu.
Hafta içi olması ve kendisinin de pazartesi günü mesaiye başlayacak olması münasebeti ile ilk olarak iş yerine uğrayacak amirini ve arkadaşlarını da görecek gerekirse bugün göreve başlayabileceğini amirine söyleyecekti. Amiri gerek olmadığını pazartesi gününe kadar ilçeyi gezip görmesini, esnaflarla tanışmasını, ilçeye alışmaya çalışmasını söyledi. Evi kiralamasında yardımcı olan arkadaşı Ahmet’in odasına girdiğinde arkadaşının masasının yanındaki masada güzel bir bayanın olduğunu gördü. Önceki geldiğinde onu görmemişti. Her ikisini de başı ile selamlayarak Ahmet’in masasına yöneldi. Arkadaşı bu bayanla Murat’ı tanıştırdı, adı Emel’di Murat’ın geçen sefer geldiğinde onun görevde olması nedeni ile tanıştıramadığını söyleyen Ahmet Murat’ı oturtarak kendilerine çay söyledi. Çaylarını içerken sohbete başladılar Murat akşam geldiğini, eve tamamen yerleştiğini hatta ilk kahvaltısını da kendi hazırlayarak evinde yaptığını söyledi. 
Murat çayını içtikten sonra müsaade isteyerek odadan çıktı. İlçe merkezinin, çarşının sokaklarını gezdi, Belediyenin ve diğer resmi dairelerin yerlerini öğrendi. Zaten çoğu resmi daire kendisinin dairesi gibi Hükümet Konağı içerisinde idi.    
Haftanın ilk günü mesaiye başlayan Murat için, Ahmet ve Emel’in paylaştığı odaya bir masa konulmuştu. Artık onun da bu odada bir köşesi, bu binada bir yeri, bu ilçede bir görevi vardı. Başlangıçta her şey yabancıydı; insanlar, evraklar, işin dili, kurumun işleyişi… Ama içtenlikli bir karşılama, düzenli bir yönlendirme ve sabırlı iki mesai arkadaşı sayesinde alışmakta zorlanmadı.
Ahmet, bölümün şefiydi. Tecrübeli, sakin ve yön gösterici biriydi. Murat’ı işlere alıştırmak için ilk görevlerde bizzat eşlik etti. Emel de her dış göreve katılıyor, yapılacak işlemleri tane tane anlatıyor, Murat’ın anlamadığı yerlerde sabırla yardımcı oluyordu. Murat sessizce gözlemliyor, öğreniyor, elinden geleni yapıyordu. Her gün biraz daha hızlanıyor, yaptığı işin mantığını kavrıyordu.
Zamanla Ahmet, artık onlarla sahaya çıkmaz oldu. Murat artık işini biliyor, kendinden emin hareket ediyordu. Görevlerin sorumluluğunu taşımaya başlamış, kısa sürede acemiliğini üzerinden atmıştı.
Günler geçtikçe sadece iş değil, arkadaşlık da ilerliyordu. Emel’le sabahları birlikte kahvaltı etmeye başlamışlardı. Emel bazen evde hazırladığı sıcacık poğaçaları, bazen annesinin yaptığı börekleri getiriyor; küçük masada oturup, çaylarını yudumlayarak günün stresinden uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Kahvaltılar sohbetlere, sohbetler paylaşımlara, paylaşımlar ise yavaş yavaş duygulara dönüşüyordu.
Hafta sonlarında buluşmaya başladılar. Bazen ilçeye yakın piknik alanlarına gidiyor, bazen yürüyüş yollarında geziniyor, bazen de sadece bir bankta oturup konuşuyorlardı. Zaman geçtikçe, ikisi arasındaki arkadaşlık, farkında olmadan başka bir yöne doğru yol almaya başlamıştı.
Bir gün Emel, Murat’ı ailesiyle tanıştırmak istediğini söyledi. Murat, biraz heyecanla biraz da gururla kabul etti daveti. Emel’in annesi ve babası sıcak, sade ve samimi insanlardı. Onların evinde akşam çayı içilirken, o evde sadece sohbet değil, yeni bir hayatın temelleri atılıyordu.
Zamanı geldiğinde Murat da duygularını açıkladı. Emel şaşırmadı, çünkü onun da kalbinde filizlenen aynı şeydi. Bu duygular karşılıksız değildi. Birbirlerine gülümseyerek bakan iki göz, aynı geleceğe bakıyordu artık.
Kışa doğru Murat’ın annesi de Malatya’dan gelerek bir süre oğlunun yanında kaldı. Kar düşmeden önce, geleneklere uygun olarak Emel’i istemeye gittiler. Sade bir nişan töreniyle yüzükler takıldı. O gece, çam ağaçlarının dalları karla kaplanmışken, Murat’ın içi bahar gibi açılmıştı. Bu güzel ilçede, güzel bir kızla nişanlanmış, kendi hayatının en mutlu dönemine adım atmıştı.
Sonraki aylarda zaman zaman Mersin’e indiler. Düğün alışverişi, ev hazırlığı, eşya bakma derken, tatlı bir telaş sarmıştı her iki tarafı da. Yorulduklarında soluğu Kızkalesi’nde alıyorlardı. Denizin kıyısına uzanıp kaleyi izliyor, bazen yüzüyor, bazen sadece el ele oturuyorlardı. Murat, denizin ortasındaki o gizemli kaleyi her seferinde yeniden inceliyor, bir gün çocuğu olursa ona da bu güzelliği anlatmayı hayal ediyordu.
Bir gün, sahilde yürürken Emel’e dönüp, “İleride kızımız olursa adını ‘Ada Su’ koyalım mı?” demişti. Emel tebessüm etmiş, başını hafifçe sallayarak gözlerini denize çevirmişti. O an, hayalleri dalgalarla birleşmiş, geleceğe doğru bir umut taşımıştı.
Ve sonunda düğünleri olmuştu. Geniş bir bahçede, davul-zurna eşliğinde, samimi ama neşeli bir düğün… İki aile bir olmuş, dostlar sevinmiş, mutlulukları katbekat artmıştı. Murat, bir ilçeye tayinle gelip, hem görevini hem de hayatının en değerli insanını bulmuştu. Artık sadece çalıştığı değil, yaşadığı yer de evi gibiydi. Çünkü kalbinin yuvasını da burada kurmuştu.
Yıllar geçip de hayat kendi mecrasında ağır ağır akarken, Murat ve Emel’in yuvasında da umutla beklenen o güzel haber gelmişti. Aylar süren bekleyişin ardından, tam da arzuladıkları gibi bir kızları olmuştu. Daha doğmadan önce defalarca konuşmuş, denizin kıyısında hayalini kurmuş, adını bile koymuşlardı: Ada Su.
Ve işte şimdi, küçük bir bebek kucağında... Minicik elleriyle annesinin parmağını sıkı sıkıya tutuyor, incecik sesiyle dünyaya gelişini müjdeliyordu. O an, Murat’ın gözleri dolmuş, Emel’in yorgun ama huzur dolu gülümsemesiyle göz göze gelmişlerdi. Gözlerinden okunan tek şey vardı: “Hayat şimdi tamam.”
Ada Su, onların hayatına bambaşka bir anlam katmıştı. Geceleri uykusuz geçse de, sabahları onun gülüşüyle uyanmak her şeye değerdi. Emel, bebeğini nazlı nazlı kundaklarken Murat sessizce onları seyrederdi. Ev artık daha sıcak, daha neşeli, daha canlıydı. Duvarlar Ada Su’nun kahkahalarıyla çınlıyor, küçük eşyalarla dolan odalar bir yuva olduğunun en güzel kanıtıydı.
Murat, bazı günler işten gelir gelmez montunu çıkarmadan Ada Su’yu kucağına almak ister, onun kokusunu içine çekerek günün tüm yorgunluğunu unuturdu. Bazen Emel’le birlikte onu pusete koyup, ilçenin içinden geçen dere kenarında yürüyüşe çıkarlar, Ada Su rüzgârda mışıl mışıl uyurken, birbirlerine bakıp sessizce gülümserlerdi.
Kızkalesi’nde verdikleri o karar, artık ete kemiğe bürünmüş, hayal gerçeğe dönüşmüştü. O adanın ortasında dalgaların çevrelediği kale neyse, şimdi Ada Su da onların kalbinin tam ortasındaydı; hem korunaklı, hem değerli, hem eşsizdi.
Ve Murat’ın içi, her geçen gün biraz daha umutla doluyordu. Bu ilçeye bir görev için gelmişti belki ama kader onu, hayatının en güzel hediyeleriyle buluşturmuştu: Emel ve Ada Su...

 

Fatih Karagümrük - Bandırmaspor maç sonucu: 3-1 | Karagümrük, yeniden Süper Lig'de

Vincenzo Montella, ABD ve Meksika maçlarının aday kadrosunu değerlendirdi

Chelsea Konferans Ligi kupasını kazanarak tarihe geçti

Fenerbahçe Beko'nun Euroleague finalindeki rakibi belli oldu

Süper Lig'de 2024/2025 sezonunun şampiyon Galatasaray

63. TÜRKİYE KUPASI GALATASARAY'IN! Trabzonspor - Galatasaray maçı sonucu: 0-3

Son dakika.. Ampute Futbol 1. Ligi'ni lider tamamlayan Malatya Büyükşehir Belediyespor Ampute Futbol Takımı, Süper Lig'e yükseldi.

U19 Elit B Ligi ve U17 Elit A Ligi Şampiyonu Bursaspor Kupalarını Aldı

Fenerbahçe yenildi, Galatasaray hesap yapmaya başlandı

Milli Boksör Hatice Akbaş, Kick-Boks Sporcularıyla Buluştu

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 36 30 1 5 60 95
2.Fenerbahçe 36 26 4 6 51 84
3.Samsunspor 36 19 10 7 14 64
4.Beşiktaş 36 17 8 11 23 62
5.İstanbul Başakşehir 36 16 14 6 4 54
6.Eyüpspor 36 15 13 8 5 53
7.Trabzonspor 36 13 11 12 13 51
8.Göztepe 36 13 12 11 9 50
9.Rizespor 36 15 17 4 -6 49
10.Kasımpaşa 36 11 11 14 -1 47
11.Konyaspor 36 13 16 7 -5 46
12.Alanyaspor 36 12 15 9 -7 45
13.Kayserispor 36 11 13 12 -12 45
14.Gazişehir Gaziantep 36 12 15 9 -5 45
15.Antalyaspor 36 12 16 8 -25 44
16.Bodrum FK 36 9 17 10 -17 37
17.Sivasspor 36 9 19 8 -16 35
18.Hatayspor 36 6 22 8 -27 26
19.Adana Demirspor 36 3 28 5 -58 2