Salih ile Musa, bitişik köylerde yaşayan iki candan arkadaştı. Çocuklukları aynı yaylada geçmiş, aynı derede yüzmüş, gün olmuş aynı sofradan ekmek yemişlerdi. Yıllar sonra Salih’in oğlu dünyaya geldiğinde, Musa’yı kirve olarak seçmiş o günden sonra da aralarındaki arkadaşlık ve dostluk, artık kan bağı olmasa da bir tür akrabalığa dönüşmüştü.
Kirvelik yörede kutsal sayılırdı; kirveyle kavga edilmez, kirvenin hanesi incitilmezdi. Salih ve Musa da bu gelenek ve göreneği yürekten benimsemiş, aralarındaki bağı her fırsatta pekiştirmişlerdi. Bayramlarda ilk ziyaret birbirlerine yapılır, birbirlerinin aile büyüklerinin elleri öpülür, kimin başı sıkışsa hemen yardımına koşulur, harman zamanında iş bölüşülür, düğün dernek birlikte görülürdü.
Köy yerinde harmanlar kalkmış, kış hazırlıkları tamamlanmış, köylülerin iş yükü azalmıştı. Yakında okullar açılacaktı. Salih’in oğlu da büyümüş, artık okula başlama çağına gelmişti. Salih, kirvesine haber göndererek, “Ne zaman uygun olursan, oğlanın sünnetini yapalım,” demişti.
Musa da fazla beklemeden yola çıkıp Salih’in köyü Başkınık köyüne gelmişti. Birlikte aile büyükleriyle oturup konuşmuşlar, okullar açılmadan önce sünnet düğününü yapmaya karar vermişlerdi.
Hazırlıklar başlamıştı. Hem Salih hem de kirvesi Musa hummalı bir telaşın içindeydi. Salih, köy kahvesinde oturup çay içerken, sohbetin arasına düğünü de sıkıştırmadan edemiyordu. Hem oğlunun erkekliğe ilk adımını atacak olması hem de okul çağına gelmesi onun için büyük bir gururdu. Haliyle bunu dostlarına da anlatırken biraz göğsü kabarıyordu.
Kirvelikte karşılıklı hediyeler verilirdi, bu bir gelenekti. Bunu bilen Salih, bir gün kahvede yüksek sesle:
“Benim kirvem ne hediye getirirse, ben misliyle karşılık vereceğim!” deyiverdi.
Salih’in bu sözü, kahveden çıkar çıkmaz tüm Köylüköyü’ne yayıldı. Elbette Musa’nın da kulağına gitti. Kirvelik ağır iştir; yalnızca çocuk kucağa almakla olmaz, gönül de yapılır, ağırlık da konur. Musa bunu bilir, bilirken de Salih’in meydan okuyan sözünü kulak ardı etmezdi.
Musa, o gece divanda uzanırken derin derin düşündü. “Kirvem öyle diyorsa, öyle bir hediye götüreyim ki, hayatı boyunca unutmasın,” diye iç geçirdi.
…Bu düşüncelerle kafayı yastığa koyar koymaz uykuya daldı.
Ertesi sabah erkenden kalktı, ailesiyle bir kez daha konuştu. Eşiyle, anasıyla, babasıyla istişare etti. En sonunda kararını verdi: Ahırdaki ineği kirvelik hediyesi olarak götürecekti. Zaten Salih kahvede ne demişti? “Ne getirirse misliyle karşılık vereceğim!” İneğin misli öküz olmalıydı. Musa, O gün akşam içi rahat, başı dik bir şekilde kafasını yastığa koyduğunda öküz düşüncesiyle gülümsedi ve derin bir uykuya daldı.
İki gün sonra düğün günü geldi çattı. Musa, ahırdan çıkardığı ineği kurbanlık koç gibi süsledi. Boynuzlarının arasına kırmızı yazma bağladı, boynuna nazar boncuğu taktı, yelesine kırmızı kurdeleler iliştirdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldular; yörede düğüne böyle gitmek hem bir nevi tören hem de gurur meselesiydi.
Salih, onları köy girişinde karşıladı. Musa’nın getirdiği süslü ineği görünce gözleri faltaşı gibi açıldı. Böyle ağır bir hediye beklemiyordu doğrusu. Bir yandan seviniyor, bir yandan da kahvede çalım atarcasına ettiği o lafı hatırlıyor, içine düşen “öküz borcunun” ağırlığını hissediyordu.
Musa, “Kirveme kurban olsun,” diye ineği överek Salih’e uzattı. Salih tebessümle karşılasa da içinden hesap yapıyordu: “Bu ineğin misli... Eh, en azından bir Öküz olmalı...”
Eve vardıklarında sofralar kurulmuştu. Köyden gelen misafirlerle avlu şenlenmişti. Giriş kapısına kadar uzanan ayakkabılar, sofralardaki yufka ekmekler, tencerede kaynayan etli pilav, her şey tamamdı. Gülüştüler, konuştular, eski günleri yad ettiler. Gece geç saatlere kadar süren muhabbetin ardından, misafirler yavaş yavaş izin isteyerek ayrıldılar.
Kirvenin düğünden bir gece önce düğün evinde kalması gelenektendi. Musa ve ailesi için tertemiz döşekler serilmiş, yastıklar kabartılmıştı. Ev halkı da odalarına çekilmişti. Musa yastığa başını koyar koymaz gözünde bir öküz silueti belirdi. “Salih şimdi ne yapacak bakalım?” diye düşünürken gülümseyerek uyudu.
Ertesi sabah ev halkı erkenden kalktı. Kahvaltı hazırlanmış, avluda kazanlar kurulmuştu. Davul-zurna köyün dört bir yanına ses salarken, insanlar yavaş yavaş Salih’in evine akmaya başladı. Yenildi, içildi. Gülüşmeler, alkışlar eksik olmadı.
Sünnetçinin gelmesiyle Musa ayağa kalktı. Kirvelik hakkını yerine getirmek üzere Salih’in oğlunu kucağına aldı. Bitişik odaya geçildi, dualar okundu, alkışlar yükseldi. Çocuk erkekliğe ilk adımını atarken, Musa görevini gururla tamamladı.
Törenin ardından yeniden sofraya dönüldü. Sohbet koyulaştı, çaylar elden ele dolaştı.
Gün akşama dönmeye başlamıştı. Musa, hava kararmadan köyüne dönmek istiyordu. Yolda bir de öküzle yürüyeceklerini düşündükçe, erkenden çıkmak gerektiğini anladı. Salih’in kulağına eğilerek:
“Kirvem, görevimi yaptım. Artık iznin olursa biz yola düşelim,” dedi.
Salih, başıyla onayladı ama içeri doğru yöneldi. Kalabalık hâlâ oynuyor, davul zurna avluyu inletiyordu. Musa, kapıya yönelirken bir yandan da “Aha bizim öküz geliyor,” diyerek gülümsedi.
Salih ise ahıra girerken kendi kendine mırıldanıyordu:
“Şimdi bakalım... Kara mı gitsin, yoksa Sarı mı? Yoksa… başka bir sürpriz mi yapsak kirveme?”
Salih ahırın kapısında bir çebişle görününce gözlerinin faltaşı gibi açılma sırası Musa’ya gelmişti. Salih, çebişin ipini Musa’nın eline tutuştururken:
— Azımızı çoğa say, seni ve aileni de epey yorduk, her şey için çok teşekkür ederiz, dedi.
Ancak onları, gelirken karşıladığı gibi köyün girişine kadar uğurlamadı. İçeride oturan misafirleri bahane etti, bahçeden ileriye geçmedi. Bu sırada hâlâ davul zurna çalıyor, köylüler ve misafirler oynayıp eğlenmeye devam ediyordu.
Tam o anda Musa birden oynamaya başladı. Halay sırasına karıştı, ellerini havaya kaldırdı, ayaklarını yere vurdu. Bunu gören Salih de ona katıldı.
Damın üstünde onları seyreden, köyün bilge kişisi sayılan Veli Dede seslendi:
— Salih, sen ineğe sevindin oynuyorsun da, Musa sen neye oynuyorsun?
Musa gülerek cevap verdi:
— Ben de ineğin misli çebişe oynuyorum!
Bu laf üzerine avludaki herkes kahkahalarla gülmeye başladı. Halay yarım kaldı, ama muhabbet eksilmedi. Kirvelik, yine gülerek, yine gönülden sürdü.